91 | bağlam | (Lat. cohaerentia: cohaerare - ...ile bağlı olmak) : Bir düşüncenin, bir yapıtın, bir öğretinin bölümleri arasındaki çelişmeye yer vermeyen bağlantı. |
92 | bağlam ilkesi | Her şeyin bir ~> bağlam içinde olması, her şeyin birbiriyle bağlantı içinde bulunması ilkesi. // Bağlam ilkesi mantıksal ilke olarak, düşünme ediminin mantıksal bir düzen içinde gidişini varlıkbilimsel ilke olarak bütün var olanların birbiriyle bir bağlantı içinde bulunduğunu gösterir. |
93 | bağlılaşık | Biri ötekine bağlı olarak var olan, biri olmadan öteki düşünülemeyen iki şeyin, bu ilişki yönünden durumu. (Ör. Neden-etki, alıcı-satıcı, araç-erek, sıcak-soğuk, yüksek-alçak vb.) |
94 | bağlılaşım | 1. İki -> bağlılaşık kavram arasındaki ilişki. 2. (Aristoteles'te) Biri ötekine bağlı iki terimin karşıolumu. bk. karşıolum |
95 | barbara | Tasımın birinci şeklinin (figürünün) birinci kipi (modusu). Öncüller ve sonuç, tümel evetleyicidir. Formülü: Bütün M ler P dir. Bütün S ler M dir. Öyleyse bütün S ler P dir. Klasik mantıkta önermeler dört öbeğe ayrılır: A = Tümel evetleyici (Bütün S 1er P dir.) E = Tümel değilleyici (Hiçbir S P değildir.) İ = Tikel evetleyici (Bazı S ler P dir.) O = Tikel değilleyici (Bazı S ler P değildir.) Bu durumda yukarıki formül A ünlülerine ünsüzler eklenerek Barbara biçiminde dile getirilmiştir. |
96 | başarı ahlakı | Ahlaksal davranışları bu davranışlara temel olan, ona yön veren -> düşünüşe göre değil de, ortaya koyduğu sonuca göre ölçen insan yaşamının ve ahlaksal davranışlarının ilke ve ölçeğinin başarı olduğunu ileri süren öğreti, bk. pragmacılık, yararcılık. Karşıtı bk. düşünüş ahlakı |
97 | beden | 1. (Eski Yunan felsefesinde) İnsan ruhunu bu dünyadaki yaşamı sırasında içinde tutsaklayan canlı varlık. 2. (Aristoteles'te) Ruhun etki aracı ve aygıtı. // Aristoteles'te ruh bedenin biçimleyici ilkesidir, -> entelekheia'sıdır. 3-(Descartes'ta) Ruhun yanı sıra insanın başka bir bağımsız kurucu öğesi. 4- Ruhsal yaşamın doğal temeli. 5- Yaşamın görünen, somut biçimi. |
98 | beğeni | 1. Kesin, güvenilir, ince ayrımlara varan bir duyguya dayanan estetik yargılama ve değerleme gücü güzeli çirkinden ayırma yetisi. 2. Estetik duyumlamanın öznel-kişisel rengi ve belirliliği. ("Beğeniler üzerine tartışılmaz"). 3. Özellikle modada kendini gösteren, toplumlara ya da çağlara ilişkin, bireyüstü ortak değerleme eğilimi. |
99 | belirlenim | 1. Sınırlanma bir kavramın anlamının, içeriğinin saptanması bir düşünce nesnesinin yapısının ya da sınırlarının tam olarak belirlenmesi işi. 2. (Mantıkta) Belirtilerin katılmasıyle kavramın kapsamının daraltılması. (Böylece daha geniş kavramdan daha dar kavrama geçiş.) 3. (Fizikötesi ve ahlak felsefesinde) a,- İstencin ya da olayların, bir başka şeyle belirlenmiş olması. Bir varlık biçiminin, bir davranışın gerekçe ve nedenlerle sınırlanması, saptanması, b- İki bilgi öğesi arasında, birinci konmuşsa ikincinin de olmasını gerektiren bağıntı. 3. Bir varlığın anlamı, ereği. (Ör. Fichte'nin "İnsanın Belirlenimi" adlı yapıtında.) |
100 | belirlenimcilik | (Lat. determinare = sınırlama, belirleme) : I. (Doğa bilimlerinde) Evrende bütün olup bitenlerin nedensellik bağlantısı içinde belirlendiğini öne süren görüş. II. (Tanrıbilimde) Evrendeki olayların yanısıra insanın istencini de Tanrı'nın belirlediğini öne süren öğreti. III. (Ahlak felsefesinde) 1. İnsanın isteme ve eylemlerinin iç ve dış nedenlerle belirlenmiş olduğunu, dolayısıyle salt bir istenç özgürlüğü olamayacağını savunan görüş. Buna göre: a. İstenç ve eylem dış etkenlerin ürünüdür (mekanist belirlenimcilik), b. İnsanın istemeleri her zaman içinde bulunduğu toplumsal koşullara bağlıdır bu koşullar istenci belirler (toplumsal belirlenimcilik), c. İnsanın eylemlerini tarih belirler (tarihsel belirlenimcilik). 2. İstenç ve eylemleri iç etkenlerin, ben'in, kişiliğin ürünü olarak gören anlayış. // İstencin ve eylemin nedeni kişilik olarak alındığından özgürlüğe de yer verilmiş olur (özbelirlenim: autodeterminismus). Karşıtı bk. belirlenmezcilik |
101 | belirlenmezcilik | (Lat. in-de-terminare = sınırlanmama, belirlenmeme) : 1. (Genel olarak) Nedensellik yasasına bağlı olmayan, bir nedene bağlanmayan olay ve durumların da bulunduğunu öne süren görüş. 2. (Özellikle ahlak felsefesinde) İnsan istencinin hiç bir koşula bağlı olmadığını, içinde bulunduğu koşullarla belirlenmediğini, insanın -> özgür istencinin nedensellik yasasına bağlı olmadığını savunan görüş. |
102 | belirsiz | 1. Sonu nereye varacağı bilinmeyen, böylece sonlu mu sonsuz mu olduğu üzerinde bir şey söylenemeyen dizi. 2. Verilmiş bir terimin yalın ve salt değillenmesiyle kurulmuş kavram (ör. insan-olmayan). 3. Bir yargıda ya da yargıyı dile getiren önermede önermeyi oluşturan öğelerin anlamca belgin olmayışı. (Ör. "Rektör, düzeltim tasarısına karşı çıktı." önermesinde, hangi rektör, hangi tasarı, belirsizdir.) bk. genel |
103 | belirtik | Açılmış, ortaya serilmiş açık, belli açıkça dile getirilmiş, bildirilmiş. Karşıtı bk. örtük |
104 | belit | 1. Başka bir önermeye geri götürülemeyen ve tanıtlanamayan, böyle bir geri götürme ve kanıtı da gerektirmeyip, kendiliğinden apaçık olan ve böyle olduğu için öteki önermelerin temeli ve öndayanağı olan temel önerme. 2. (Daha genel olarak) Apaçık olsun ya da olmasın ->tümdengelimli bir dizgenin başında yer alan, kendisi tanıtlanamayan, ama öteki önermelerin tanıtlanmasına yarayan önerme. |
105 | belitsel dizge | ->Tümdengelimli dizgelerde, bütün dizgenin temelinde bulunan ve bütün önermelerin tanıtlanması için gerekli olan, ama kendileri tanıtlanamayan önermelerin bütünü. (Eskiden matematikte bunlar -> belit (aksiyom), -> konut (postulat) ve -> tanım diye üç ayrı |
106 | belkili | 1. Çözümü belli olmayan. 2. Doğru olma olanağı olmakla birlikte kuşku uyandıran, kesin olmayan. |
107 | belkili yargı | Mantıksal olanağı bildiren yargı. (Formülü : S P olabilir.) Kant'ta yargının üç -> kipliğinden biri. ->Yalın (assertorik) ve -> zorunlu (apodiktik) yargıların karşısında yer alır. |
108 | bellek | 1. İzlenimleri, algıları vb. saklama ve yeniden bilinçte canlandırma yetisi. 2. İzlenimlerin, algıların vb. saklandığı yer. |
109 | ben | 1. Bilinçli bireyin kendini başkalarından ayırmasını dile getiren sözcük. 2. Bilinç edimlerinin taşıyıcısı. (Ör. Descartes'ta düşünen varlık, düşünen töz Hume da tasarımlar demeti.) |
110 | bencillik | 1. (Genel anlamı): Ben düşkünlüğü kendine düşkünlük, başkalarını göz önüne almadan yalnız kendini, kendi çıkarını düşünme. 2. İnsanın bütün eylemlerinin "ben sevgisi"yle belirlenmiş olduğunu, buna göre ahlaklılığın da yalnızca kendini koruma içgüdüsünün bir biçimi olduğunu, bütün eylemlerin kendini koruma içgüdüsünden ve "ben sevgisi"nden çıktığını öne süren öğreti (Hobbes). 3. Kendi ben'ini ve çıkarını yaşamın mutlak ilkesi yapan anlayış. Karşıtı bk. özgecilik |
111 | beniçincilik | 1. Ben'i karar ve eylemlerin özeğine yerleştirme. 1. Kendi dünyasını dünyanın tümü olarak gören, kendi değerlerini bütün dünya için geçerli sayan dünya görüşü. |
112 | benzerlik | 1. Birbirinden ayrı olan şeylerin birçok belirtilerde uyuşması durumu. ///Benzerliğin eşitlikten ayrılığı, eşitlikte bütün belirtilerin uyuşmasıdır. |
113 | benzeşen | (Yun. analogos = logosa uygun olan, karşılık olan) : 1. (Aristoteles'te) Çeşitli nesnelere uygulanabilip de tıpatıp aynı anlamda geçerli olmayan bir kavram. (Ör. sağlam bir ayakkabı, sağlam bir uyku, sağlam bir karakter masanın varlığı, güzelin varlığı, sayıların varlığı.) 2. Bir terimin bir başkasına olan oranının, bir üçüncünün dördüncüye olan oranı ile aynı bağıntıda olması. //Bu oran matematik büyüklük oranı da olabilir (sözcüğün ilk anlamı budur), durum, süre, ereklilik vb. oranı da olabilir. "Sinir sistemi telgraf ağlarına benzer" şu demektir: telgraf ağlarının ülkeye ilintisi ne ise sinir sisteminin organizmaya ilintisi odur. 3-Terimlerinden her birinin her birine karşılık olduğu iki öbeği niteler. 4- Aralarında, özellikle etkilerinde az ya da çok bir benzerlik bulunan iki terimi niteler. |
114 | benzeşim | 1. (Eukleides'te) İki ya da daha çok çift terimleri ikişer ikişer birleştiren ilişkinin özdeşliği özellikle: matematik oranlar. 2. (Aynı anlamda, ama somut olarak) Aralarında aynı bağıntı bulunan terimler dizgesi. 3-İki oranın benzerliği, eşitliği. 4- Birbirine -> benzeşen organların ilişkisi. (Ör. insanda kolun kuşun kanadına benzer oluşu.) 5- Genel görünüşünde birbirine benzemeyen ve aynı kavram altına konamayan şeyler arasında az ya da çok uzaktan benzerlik. Birçok belirtilerde uygunluk. 6- Benzerliği bilgi ilkesi ve kaynağı olarak kullanma. (Ör. Benzerliklere dayanarak çıkarım yapma.) |
115 | benzeşim yoluyle çıkarım | İki şeyin belli noktalardaki benzerlik ya da uyuşmalarından, başka noktalarda da benzer ya da eşit oldukları sonucunu çıkarma. |
116 | betimleme | Somut gerçekliği içinde bir nesnenin, kendine özgü belirtilerini elden geldiğince tam ve açık seçik bir biçimde göz önüne serme. |
117 | biçim | -> Özdek ve -> içeriğin karşıtı. "Ne" olana karşıt olarak "nasıl" olan. Kaos durumunda, düzensiz ve belirlenmemiş olana karşılık sınırlanmış, düzenlenmiş olan. Bir nesnenin, biçim almamış özdeğinden, içeriğinden ayırmak üzere, onun dışını, dış çizgilerini |
118 | biçimbilim | (Yun. morphe = biçim logos = bilim) : Varlıkların, özellikle canlıların yapılarını ve gelişimlerindeki biçimlenmeyi inceleyen bilim. // Biçimbilim tinsel ve kültürel alana da uygulanır örneğin Spengler kültür ve tarih felsefesi çalışmalarını "dünya tarihinin biçimbilimi" olarak adlandırır. Frobenius vb. ları kültür biçimbilimi'nin sözünü ederler. |
119 | biçimcilik | Özü, içeriği yeterince önemsemeden salt biçim üzerinde duran, biçime ağırlık veren görüş. |
120 | biçimsel | Biçime ilişkin. |