541 | nicel taylam | Hecelerin süre farkına dayanan taylam. |
542 | nikki | (Japonca) Japonların, gündelik olayları kaydederek meydana getirdikleri eser türü. |
543 | nitel taylam | Hecelerin ses yüksekliğine dayanan taylam. |
544 | no | (Japonca) Din âyinlerinden çıkma bir çeşit danslı ve lirik Japon dramı. |
545 | noktacılık | bk. Yeni izlenimcilik. |
546 | norito | (Japonca) Eski Japon edebiyatında, âyinlerde kullanılan ilkel nesir. |
547 | nutuk | (Tekke edebiyatı terimi) Mürşitlerin, tarikate girenlere yol iz gösterecek yolda yazdıkları koşuk. |
548 | nükte | (Söz sanatı terimi) İnce, ustalıklı, dokundurucu ve çoğu hoşa giden fikir. |
549 | nüsha | Aynı tipte yapılan veya aynı basımdan çıkan şeylerin her biri. |
550 | obartma | (Söz sanatı terimi) Zihinde kuvvetli bir iz bırakmak üzere bir şeyi ya olamıyacağı bir şekilde anlatma veya olduğundan pek çok ya da pek az gösterme. Gittikçe zulmet bir hale geldi ki karanlığı el ile tutmak kabil gibi göründü. - N. Kemal (OBARTMALI, Hy |
551 | od | 1. Eski Yunan ve Lâtin edebiyatında ezgilenmek üzere yazılan her koşuk çeşidi, 2. (Şimdiki Batı edebiyatında) Dizelerinin ölçüsü ve sayısı eşit olan dönülerden meydana gelmiş koşuk. |
552 | okul | Sanatta, edebiyatta başka bir görüş, başka bir duyuş ve anlayış ile hareket ederek ve başka bir takım esaslar koyarak açılan çığır. |
553 | okuncak | Bir resmin, bir karikatürün altına yazılan yazı. |
554 | olgu birliği | Eski Yunanlılara göre, bir sahne eserinin başlıca bir olguyu yürütmesi ve başka olguların ikinci derecede kalarak buna bağlı olmaları gerektiğini saptıyan tiyatro kuralı. |
555 | olgu romanı | Ruh ve duygu çözümlemesine girişmeyip yalnız olaylar anlatan roman türü. |
556 | olumluk | Bir kimsenin hayatını ilgilendiren her şeyi hikâye eden yazı (OLUMLUK YAZARI, Biographe). |
557 | oluntu | 1. Bir koşukta, bir hikâyede asıl olaya karışan ikinci derecede olgu. 2. Eski Yunan trajedisinde kısım, ki az çok şimdi perde dediğimiz bölümü karşılar (OLUNTULUK, Episodique) |
558 | onarma | (Söz sanatı terimi) Söylediği bir sözü hemen reddedip onun yerine daha kuvvetli bir fikir anlatanı söyleme. Makber, makber değil bir türbe, türbe değil, bir mabet, mabet değil bir küre, küre değil bir feza... - A. Hâmit. |
559 | onlu | On dizeli dönü veya kesek. |
560 | opera | Orkestranın uydaşlığiyle ( refakatiyle) oynanan şarkılı, nazımlı yüksek sahne eseri, ki lirik dram da denir. |
561 | operet | Eğlenceli ve hafif küçük opera. |
562 | oranlılık | (Söz sanatı terimi) Bir fikir anlatılırken kullanılacak kelimelerin anlam bakımından birbiriyle ilgili olanlarından seçilerek bir araya getirilmesi hali. |
563 | orfecilik | Yirminci yüzyıl başlarında beliren ve aynı adı taşıyan eski gizli mezhepten ilham alan öncü çığır. |
564 | orta klasik komedi | Yunan komedisinin, korosu kaldırılmış ve gelişmiş olan, yeni devre doğru yol açan ikinci devri. |
565 | ortada uyak | İki yarımlı dizelerde birinci yarım dizelerin uyağı. |
566 | ortaksama | (Söz sanatı terimi) 1. Karşımızdakine söz söylerken, yalnız onu ilgilendiren bir işe kendimizi de ortak gösterecek şekilde hitabetmemiz. Bir öğretmenin öğrencilere: «Çalışmıyoruz, tembellik ediyoruz, sonra güçlük çekeriz» demesi gibi. 2. Kendi fikrimize o |
567 | ortaya düşmüşlük | İfadede kullanılan fikir ve mecazların pek kullanılmış olması hali. |
568 | orunlama | (Söz sanatı terimi) Bir konunun yerine, onunla benzerlikleri olan başka bir konuyu geliştirerek ötekini anlatma, ki uzun bir iğretilemeden ibarettir. (ORUNLAMALI, Allégorique). |
569 | oylaşımlı soru | (Söz sanatı terimi) Bir karara varmak maksadiyle kendine karşı danışır gibi yapılan soru. |
570 | ozan | 1. Eski Oğuzlarda Oğuz destanlarını okuyan saz şairi. Ozanların Onbeşinci yüzyıla kadar Doğu Anadolu'da yaşadıkları sanılıyor. 2. Şimdi şair karşılığı olarak kullanılabilir.bk. şair. |