691 | öğe | 1. (Genel olarak) Bir bileşiğin en yalın parçalarından biri. Yapıcı öğe olarak bölünmez temel parçalar. 2. (Mantıkta) Bir sınıfa (ya da bütüne) bağlı olan bireylerin her biri. 3. (Bilgi öğretisinde) Kavram ve yargılar (bilgi öğeleri). // Bir bilimin öğeleri bu bilimin ilkeleri ve ilk önermeleridir. (Özellikle tümdengelimli bilimlerde, örneğin geometride.) 4. (Fizikötesinde) Ana özdek, ilk özdek (Thales için su). // Antikçağda Empedokles'ten beri dört temel öğe kabul edilir: Toprak, su, ateş, hava. Pythagorasçılar ve Aristoteles bunlara beşinci öğe olarak "aether"i eklemişlerdir. |
692 | öğreti düzenleyicileri | Antik çağda filozofların düşünce ve kanılarını toplayıp sorunlara göre düzenleyerek yazan yazarlar (Diogenes Laertius). |
693 | öğretim bilgisi | (Yun. didaskein = öğretmek) : 1. öğretme sanatı öğretme bilimi. 2. Eğitbilimin öğretim konusu ile ilgili bölümü. |
694 | öke | (Lat. genius |
695 | ökelik | Yaratıcı yeteneğin yeni olanaklara yol açan en yüksek derecesi. // Ökelik ile yeteneği karıştırmamak gerekir. Yetenekli kişi ancak kendi olanaklarının sınırı içinde en yüksek düzeye ulaşabilir öke ise bu sınırı aşarak yeni olanaklar yaratır. |
696 | ölçüt | (Yun. kriterion |
697 | önceden kurulmuş uyum | Leibniz'in, gerçekliğin düzenini dile getirmek üzere kullandığı terim. // Bu düzen karşılıklı etki ya da gerçek etkilemelerden oluşmamıştır tam tersine, Tanrı bu düzeni önceden kurmuş, bütün -> monad'ların yaşam ve tasarım içerikleri arasındaki uyum ve sıralamanın düşüncel dizgesi olarak önceden belirlemiştir. "Tanrı bütün varlıkları sürekli bir uyum içinde bulunacak gibi düzenlemiştir." Leibniz'e göre böyle bir "önceden kurulmuş uyum" ruh ile beden arasında da bulunur. (Ruhun monad'ları ile bedenin monad'ları arasında hiç bir nedensellik bağlantısı yoktur.) Ruh ile beden işleyişleri baştan beri birbirine ayarlanmış iki saate benzer, aralarında önceden kurulmuş bir uyum vardır. |
698 | öncel | (Lat. antecedens = önde giden) : (Mantıkta) Sonucun çıkarıldığı önerme ya da önermeler. (Ör. tasımda: büyük ve küçük önerme.) // Her içermede içeren terim önceldir, içerilmiş olan -> ardıldır. Varsayımsal bir yargıda koşulu bildiren önermeye (A doğru ise) öncel, koşullanmış önermeye de (B de doğrudur) ardıl denir. bk. ardıl |
699 | öncesizlik-sonrasızlık | 1. Başı sonu olmayan süreklilik. 2. Varlığın tam bir çokluğu. Bu çokluk, zaman ve zamansızlığı kendinde bulundurur, başı ve sonu olmayan bir biçimde uzanır, kendi dışında artık hiçbir şey yoktur. Tanrı'nın öncesiz-sonrasız varoluşu (her anda hazır oluşu). 3. Zamanın dışında olanın belirgin özelliği. 4. Zamanın mutlak olarak ortadan kaldırılması ve yadsınması. 5. Zamandan bağımsız olan idelerin, sayıların, mantıksal olguların zamandışı oluşları. 6. Çağların değişikliğini zaman içinde aşma, ya da bunu öne sürme. (Ör. Sonsuz barış.) 7. Zamanı aşma (Schelling). |
700 | öncüller | Tasımda kendilerinden sonucun çıkarıldığı önermeler. |
701 | önerme | (Klasik mantıkta).-5- Yargının sözlerle dile gelişi doğru ya da yanlış olabilen bir anlatım. // Modern mantıkçılar doğru ya da yanlış olabilen anlatım yanında belirsiz kalan bir anlatım da bulunduğuna dikkati çekmişlerdir. Önerme mantıksal terim olarak temel anlamını modern mantıkta kazanmıştır. B. Russell önermeden "İlk planda bir şeyi ya doğru olarak ya da yanlış olarak dile getiren sözler kuruluşu."nu anlar örneğin: 2x2=4 de 2x2=5 de birer önermedir "Sokrates bir insandır." "Sokrates bir insan değildir." de birer önermedirler önemli olan önermeden önerme görevini ayırmaktır. Önerme görevi bir anlatımda bu anlatımı kuran bir ya da daha çok belirsiz parçayı, bu parçalara değer yüklendiğinde bir önerme kılacak olan anlatımdır. Ör. "X bir insandır." X belirsiz kaldığı sürece bu önerme ne doğrudur ne yanlış X e bir değer verilirse bundan doğru ya da yanlış bir önerme çıkar. |
702 | önsel | (Lat. a priori = önden, önceden olan ): Deneyden bağımsız olan, ama deneyle canlandırılabilen, bilincine varılabilen (bilgi) deneyin ötesinde geçerliği olan (bilgi). // Önsel bilgi, Platon'dan beri felsefede üzerinde durulan bir sorundur. Yeni çağ bilgi öğretisinde önsel (a priori) ile -> sonsal (a posteriori) temel bir kavram ikilisidir: 1. Bilginin iki kaynağı öğretisinde önsel şunlarla eşanlamlıdır: a. Düşünceden, ustan gelen, kavramsal olan. b. Doğuştan, c. Kendiliğinden (spontan) oluşan sonsal ise bunların karşıtı olan kavramlarla bir sayılır: a. Duyusal deneyden gelen. b. Edinilmiş, c. Alınmış. 2. Kant bu karşıtlığı yeniden ortaya koyup derinleştirmiştir. Kant önsel deyince, deneyi olanaklı kılanı anlar çünkü ona göre her bilgi zaman bakımından deneyle başlar, ama yalnız deneyden türemez. Bu anlayışta önsel = kavram, düşünce değildir, çünkü önsel olan görüler de (uzay ile zaman) vardır bunlar da deneyi olanaklı kılan biçimler, koşullardır. 3. Çağımızda görüngübilim ve bu çığırın önsel olarak özü görme ilkesi, önseli yalnız kavramsal olana bağlılığından ayırmamış, onun biçim ilkeleriyle olan ilişkisini de kesmiştir. Bu anlayışta, önsel, doğrudan doğruya görülen özlüklerin niteliklerini, öz bağlamlarını ve öz ilişkilerini, hem de özellikle içerikleri bakımından belirleyen bir terim olmuştur. Kant'ın biçimsel önsel'ine (formal a priori'sine) karşı içeriksel bir önsel ileri sürülmüştür. Ayrıca duygusal önselden (emotional a priori), değer önselinden (M. Scheler, N. Hartmann) ve dinsel bir önselden de (R. Otto, Troeltsch) söz edilir. |
703 | önsezi | Temellendirilemeyen duygu. Verilmemiş olanın, bilinmeyenin, özellikle gelecekle ilgili olanın önceden duyulması, doğru gibi sayılması. Yeni felsefede Jabobi ve Fries önseziyi, duyulurüstü olanın duyusu olarak, deneyle sınırlı bilmenin karşısına koymuşlardır. |
704 | önyargı | Bir şeyi yeterince bilmeden varılmış kanı önceden verilmiş yargı. |
705 | örtük | Örtülü, kapalı olarak içerilmiş olan. bk. içerme |
706 | örtük tasım | (Yun. enthymema = Düşüncede (en thymo) tutulan) : Öncüllerden birinin açık olarak dile getirilmeyip düşüncede tamamlandığı tasıma verilen ad. // Burada ya büyük önerme eksiktir: " Yalan söylüyorsunuz, öyleyse size güvenilemez." ya küçük önerme eksiktir: "Yalan söyleyenlere güvenilemez öyleyse size güvenilemez." ya da sonuç eksik olabilir: "Yalan söyleyenlere güvenilmez oysa yalan söylediniz". |
707 | örtüşme | İki şeyin birbiriyle tam olarak uyuşması iki olayın aynı zamana rastlaması. Karşıtlıkların örtüşmesi (Lat. conincidentia oppositorum): İlk olarak Nicolaus Cusanus'un kullandığı bu kavram, düşünce olarak eskidir. Karşıtlıkların örtüşmesi şu anlamlarda kullanılır: 1. Fizikötesi ve dinsel anlamda bütün karşıtların kökçe bir birliğe geri gitmesi. 2. Önermedeki çelişmeyi eytişimsel bir biçimde kaldıran düşünce ve varlık ilkesi. 3. Nicolaus Cusanus'ta Tanrı, karşıtlıkların örtüşmesidir. Cusanus'a göre, sonluda çelişen sonsuzda birdir (daire ve doğru çizgi) dünyanın kendisi de Tanrı'da örtüşen karşıtlıkların dışlaşması olarak belirir. |
708 | öykünme | Örnek alınan şeyi yeniden yapma. |
709 | öykünme kuramı | Sanat yaratmalarının ilkesinin öykünme (= mimesis) olduğunu öne süren kuram (Aristoteles). |
710 | öz | 1. Varlığın aslını kuran şey temel özellik. Karşıtı bk. ilinek. 2. Bir şeyin ne olduğu, nasıl olduğu olgusu bir şeyi o şey yapan, öyle oluşunu sağlayan şey bir varlığın yapısını kuran şey. Karşıtı bk. varoluş. 3. Kalıcı, değişmez olan, gelip geçici olmayan, her zaman var olmakta olan varlık. Karşıtı: Değişen, değişmekte olan varlıklar. 4. Bir şeyin bireysel ve gerçek olan kendine özgü biçimi kendine özgü belirtisi. 5. Fizikötesinin konusu olarak: Kendinde varlık. Karşıtı bk. görüngü. 6. İç, çekirdek. Karşıtı: dış, kabuk. |
711 | özbilim | (Husserl'de) Olgu biliminin karşıtı olarak düşünülen, öz görüsünde verilmiş olanın bilimi, bk. görüngübilim II |
712 | özdek | (Yalın anlamiyle) İnsanın çalışmasıyle bir erek uğruna biçim verdiği ya da yararlandığı doğal cisimler, nesneler. (Felsefede) 1. Temel özelliği yer kaplama olan varlık (Descartes). 2-(Tin, ruh ve düşünün karşıtı olarak) Duyularla algılanan cisimleri kuran töz cisimsel olanın parçalanmaz bozulmaz tözü. 3. (Aristoteles felsefesinin özel kavramı olarak) Ancak bilim yoluyla gerçeklik kazanacak olan, henüz belirsiz olanak durumundaki şey: a. İlk özdek (hyle proteprima materia) salt özdek, bütün şeylerin temelde bulunanı (hypokeimenon-substratum), kendiliğinden var olmayan, ancak biçimle etkinleşen gerçeklik, b. Son özdek (hyle eskhate) ya da ikinci özdek (materia secunda): Biçim almış özdek. |
713 | özdekbiçimcilik | (Yun. hyle = madde morphé = biçim) Özdek ve biçimin, gerçekliğin iki ilkesi olduğunu öne süren öğreti (Aristoteles ve Aquinolu Thomas). |
714 | özdekçilik | 1. Her türlü gerçekliğin -yalnızca nesnel değil, ruhsal ve tinsel olan gerçekliğin de -özünü ve temelini özdekte gören, özdekten başka hiç bir tözün bulunmadığını öne süren dünya görüşü. // Özdeği evrenin ilkesi yapan eski Yunan atomcularından Leukippos ve Demokritos'tan beri özdekçilik türlü biçimlerde ortaya çıkar. İngiltere'de 17. yüzyılda Hobbes, Fransa'da 18. yüzyılda Lamettrie ve Holbach, Almanya'da 19. yüzyılda Ludwig Büchner'le en yüksek düzeye ulaşmıştır. 2. (Ahlak felsefesinde) Yalnızca yararlı ve haz veren şeyleri erişilmeğe değer sayan, içeriksel-özdeksel değerler dışında kendi başına var olan bağımsız bir değerler alanını kabul etmeyen dünya görüşü. |
715 | özdeksel | Özdeğe ilişkin olan. bk. özdek. Karşıtı bk. tinsel |
716 | özdeksizcilik | 1. Özdeğin kendine özgü bir gerçekliği olmadığını kabul eden öğreti. 2. Evrenin temelinin ve genellikle gerçekliğin özünün cisimsel olmadığını öne süren öğreti. 3. Ruhun cisimsel olmadığını öne süren öğreti. (Özdeksizcilik teriminin yaratıcısı olan Berkeley, bu sözcüğü kendi felsefesi için kullanmıştır.) |
717 | özdeş | (Lat. Identieus = aynı olan) : Bir ve aynı olan bir ve aynı anlama gelen. (Ör. Sabah yıldızı ile akşam yıldızı özdeştir, çünkü aynı yıldızdır. Bir birey zaman içinde değişmeler geçirse de bir ve aynı bireydir, kendi kendisiyle özdeştir.) |
718 | özdeşleyim | İçten duyma. Kendi duygularını nesnelere aktarma kendini bir başkasının tasarımlar dünyasının içine yerleştirme kendini başka bir varlığın, örneğin bir manzaranın ya da sanat yapıtının içinde duyma. // Bu anlamda özdeşleyim, estetik yaşantının temel öğesidir. |
719 | özdeşleyim kuramı | Başkasının duygularını özdeşleyim yoluyla açıklamaya, yaşantıları verilmiş duyusal bağlamlar içine yansıtarak açıklamaya çalışan kuram. // Bu kurama göre, algılanan nitelikler, algılanan nesnelere ilişkin değildir, inceleyicinin o nesneye aktardığı kendi duygularıdır. Theodor Lipps bu öğretiyi savunanların başındadır. |
720 | özdeşlik | Kendi kendisiyle aynı olma değişen durumlarda kendi kendisi kalma, aynı kalma. // Özdeşlik eşitlikle karıştırılmamalıdır birbirine eşit olan iki şey, özdeş değildir. (Ör. İki masa birbirinin aynı, birbirine eşit olabilir, ama bunlar özdeş değildir.) |