1111 | yazı dili | Bir dilin lehçe veya ağızlarından biri üzerine kurulan ortak dilin yazıda kullanılması sonucunda ortaya çıkan yazılı dil. Karahanlı yazı dili, Çağatay yazı dili, Türkiye Türkçesi yazı dili, Özbek yazı dili, Türkmen yazı dili gibi VII. yüzyıldan bugüne gelinceye kadar kurulmuş olan çeşitli yazı dilleri, İngiliz yazı dili, Rus yazı dili vb. Karşıtı konuşma dilidir. |
1112 | yeni kelime | Bir dilin kendi kök ve eklerinden yararlanarak, o dilin yaşayan veya ölü kelimelerindeki yapıya bakarak yapılan veya ağız ve lehçelerden alınarak kullanıma sokulan kelime: basın, yayın, basınç, birikim, dergi, durum, göçmen, işlem, kazı, gezi, konut, sözlük, tapınak, yaratık, yargı, yanıt vb. |
1113 | yer adı | Şehir kasaba, köy gibi yerleşim birimleriyle buralardaki cadde, sokak, meydan vb. yerlere verilen ad: Ankara, Niğde, Kütahya, Düzce, Safranbolu, Kuşadası, İkizören, Pınarbaşı, Paris Caddesi, Tunalı Hilmi Caddesi, Meneviş Sokağı, Ulus Meydanı vb. |
1114 | yer tamlayıcısı | bk. yer tümleci |
1115 | yer tümleci | Yönelme, bulunma, çıkma durumu eklerini alarak cümlede yönelme, yaklaşma, bulunma, ayrılma bildiren, yüklemin anlamını yer ve yön bakımından tamamlayan öge: Okula gidiyorum. Saate bakıyorum. Evde bekliyorum. Aşağıda birleşelim. Bugün buradan ayrılıyorum. Yanımdan hiç ayrılmayacaksın vb. |
1116 | yer zarfı | Fiilin gösterdiği oluş veya kılışın mekân içinde, yerini ve yönünü belirten zarf: aşağı yukarı, içeri, dışarı, ileri, geri, orada, burada vb.: Korkudan sararmış solgun benizli, beyaz dudaklı, samur ince kaşları çatılmış, zayıf, narin bir talebe, mahçup, mütereddit adımlarla içeri girer (Ö. Seyfettin, Harem: Gürültü, s. 231) Yavrucak uykusuzluktan bitkin fakat gene de: «Ömerin yanında kalacağım» diye direniyor, yukarı, yatağına çıkmıyor (T. Buğra, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, s. 57). Artık kelimeleri eze eze konuşuyor, konuşurken boynunu ileri uzatıyor, hafifçe kamburunu çıkarıyor (T. Buğra, göst.e., s. 44). Onu hiç görmüyormuş gibi bir elini kaldırdığı için yüzünü esirgemek isteyen Necati geri çekilmeğe mecbur olmuştu (P. Safa, Biz İnsanlar, s. 105) vb. |
1117 | yeterlik fiili | Fiilin karşıladığı işin, hareketin mümkün veya muhtemel olup olmadığını göstermek için, olumlu durumda bil-, olumsuz durumda da bugün eriyerek kaybolmuş Eski Türkçe u- iktidar fiilinin anlamını üzerine alan (-A) zarf-fiil ekleriyle kurulan tasvir fiili Sen neden suçlu olacakmışsın! Nasıl suçlu olabilirsin sen? (T.Buğra, yalnızlar, s.237). Bir şey çıkaramadı ve ancak satırları okuduktan sonradır ki, çekenin Müfettiş Hilmi Bey olduğunu anlayabildi ve şaşırdı (T. Buğra, Yağmur Beklerken, s. 189) (...)Ben, bay Murat, korumanın ve geliştirmenin önemini kavrayamayan veya inkâr eden bütün iyi niyetleri ve bilhassa bütün büyük iddiaları kuşkuyla karşılarım (T. buğra, Yalnızlar, s. 227) vb. bk. tasvir fiili. |
1118 | yokluk eki | Ad soylu kelimelere gelerek herhangi bir nesne veya özelliğe sahip olmama anlamında ve +lI /+lU: ekinin zıt anlamlısı yokluk sıfatları yapan +sIz/+sUz eki: bilinç+siz, can+sız, tat+sız, tuz+suz, yarar+sız, yol+suz, mut+suz vb. |
1119 | yön adları | Yön gösteren adlar: kuzey, güney, doğu, batı, gün doğusu, gün batısı, gün ortası vb. |
1120 | yön gösterme durumu | Adın, fiilin gösterdiği oluş veya kılışın kendi yönünde yapıldığını göstermek için girdiği durum: ET. san+garu «sana doğru», yok+garu «yukarı doğru», taş+ra «dışarıya», taş+ra «dışarıya», ileri, beri, dışarı, geri vb. bk. yön gösterme eki |
1121 | yön gösterme eki | Fiildeki oluş ve kılışın yönünü göstermek için yönle ilgili yer ve zaman adlarını yön gösterme durumuna sokan ek: + GArU, + ArI, + rA ekleri: ET. Tabgaç+garu «Çine doğru», kün+gerü «güneye doğru», san+garu «sana doğru» iliñiz+gerü «sizin ilinize doğru» EAT. añaru berü «oraya, buraya» göksi+re «göksüne, göksüne doğru» depesi + re «tepesine, tepesine doğru» derhâl yügürü taşra çıktı «derhâl koşarak dışarıya çıktı» vb. +ArI ve+rA ekleri Türkiye Türkçesinde artık canlı bir çekim eki olmaktan çıkmış, sayılı kelimelerde kalıplaşmış olarak kalmıştır: sonra, taşra, üzere, üzre, dışarı, beri, geri vb. |
1122 | yönelme durumu | Yaklaşma, yönelme bakımlarından adın karşıladığı nesneyi fiile bağlayan durum. Bu durum (-A), -(y)A yönelme durumu ekiyle karşılanır: Ne kadar çaresiz bir şey istediğini bu yumurcağa anlatmağa imkân yoktu (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 72). Hâkimlikten istifası, kasabaya gelip avukatlığa başlayışı ve nihayet onu da bırakarak çiftliğe çekilişi, artık hep bu yorumun çerçevesi içindedir (T. Buğra, Yalnızlar, s. 121). Yola koyuldular. Doktor hizmetkârların kaldığı evlere doğru yöneldi. Şükrüye de o zaman taraçadan inip bardakları toplayıp mutfağa taşıdı (T. Buğra, göst. e., s. 174), Sabri, geçen seferler bu ağaca hiç dikkat etmediğini düşündü (A. H. Tanpınar, Yaz yağmuru: Yaz yağmuru, s. 65) Evvel zaman içinde, muhtelif vilâyetlere gönderilmiş bir vali, ahaliye zulmeder, hâkimler bilhassa idam kararlarına imza vermezler, onunla hiç biri geçinemezlermiş (A. Ş. Hisar, geçmiş Zaman Fıkraları, s. 13) vb. |
1123 | yönelme grubu | Yönelme eki almış bir ad ögesinin başka bir ad ögesi ile oluşturduğu grup: boğaza bakan (ev), evine bağlı (erkek), paraya düşkün (kimse) başına buyruk (kadın), cana yakın (insan) vb. || Yönelme grubu, ad, sıfat ve zarf görevi yüklenebilir: Otuz bin dirheme satılan bir büyük elmas (A. H. Tanpınar, Beş Şehir, s. 128). || Tarlaya düşen ve kadını öldüren yıldırım || Bu cümle babana atılmış bir laftı (E. Işınsu, Kaf Dağının Ardında, s. 145). Yoldan geçenler hep oraya bakıyordu. || Aleko suskun ve ezik bir görünüşe bürünmüştür (S. Çokum, Ağustos Başağı, s. 139). Bu söylediklerine inanalım mı? (H. Balıkçısı, Deniz Gurbetçileri, s. 139) vb. |
1124 | yönelmeli ikileme | Yönelme durumu eki ile kurulmuş olan ikileme türü : başa baş, teke tek, cana can, kana kan baş başa, el ele, göz göze, diz dize, yüz yüze vb. |
1125 | yönelmeli tamlama | Yönelme durumu eki alarak kurulmuş olan tamlama: Durumuna uygun bir iş arıyordu. Caddeye bakan pencereler kapalıydı. Baba oğul, çarşıya uzanan yolun başında karşılaştılar. |
1126 | yumuşak damak | bk. art damak |
1127 | yumuşak ünsüz | bk. tonlu ünsüz. |
1128 | yumuşama | Son sesinde tonsuz ünsüz bulunduran sözlerin, ünlüyle başlayan bir ek aldıklarında tonlu duruma gelmeleri. Bu olay Türkçenin bu durumdaki her kelimesi için geçerli değildir. Ünsüzün niteliğini koruması veya tonlulaşarak yumuşaması kelimenin bünyesindeki ünlülerin özellikleriyle ilgili olmalıdır: dip / dibi, /dibin uç / ucu / ucun / uca ağaç / ağaca / ağacın gömlek / gömleği / gömleğe yurt / yurdu vb. krş. ip / ipi, iç /içi, göç / göçü, üst / üstü vb. || Tek heceli sözlerdeki yumuşama ve tonlulaşma, bu sözlerin vaktiyle birer aslî ünlü uzunluğu taşımalarından ileri gelmektedir. Aslî uzun ünlülerden sonra gelen p, t, ç, k, ünsüzleri, kendilerinden önce gelen bu uzun ünlülerin etkisi nedeniyle yumuşayıp tonlulaşmıştır. İki ve daha fazla heceli sözlerdeki ünsüz yumuşaması ise, Türkçenin iki ünlü arasında kalan ünsüzlerinin ses değişmesi kurallarına bağlıdır. |
1129 | yutak | Gırtlağı ağız ile birleştiren, en üst ucu burun boşluğuna, ortası ağız boşluğuna ve altı da gırtlağa açılan, üstü geniş altı dar olan boşluğun adı. Bu boşluğa boğaz boşluğu da denir. Ayrıca bk. boğaz. |
1130 | yuvarlak sıra | Türkçe sözlerde, küçük ünlü uyumu kuralınca, heceleri yuvarlak ünlülerle oluşturulan ünlü sırası: buldum, görürsün, olumlu, ölümsüz, sorumluluk, yorulup vb. Karşıtı düz sıradır. |
1131 | yuvarlak ünlü | Dudaklarda belli bir yuvarlaklaşmayla boğumlanan ünlü. Türkiye Türkçesinin yuvarlak ünlüleri. o, ö, u, ü ünlüleridir. |
1132 | yuvarlaklaşma | Düz bir ünlünün, yanındaki dudak ünsüzünün veya söz içindeki yuvarlak bir ünlünün etkisiyle yuvarlak sıradan ünlüye dönüşmesi: bedük > böyük > büyük biber > büber, savıl- > savul-, nevbet > növbet > nöbet, yabız > yavuz vb. yağmur, avuç, savur- (<sagur-), kavur- (<kagur-), kavuk (<kaguk (?) vb. sözlerdeki dudak benzeşmesine aykırı durum, bu sözlerin yanlarındaki dudak ünsüzlerinin etkisi ile Eski Türkçedeki yuvarlak biçimlerini korumuş olmaları ile ilgilidir. || Dudak ünsüzlerinin yanlarında bulunmadıkları hâlde, düz ünlüsü yuvarlaklaşmış sözler serpintiler biçiminde Anadolu ağızlarında vardır. çez-> çöz-, alış- > olış-, çeşme > çöşme, ek- > ök-, çekirge > çökürge, ertesi > örtesi, cep > cöp vb. bk. ünlü yuvarlaklaşması. |
1133 | yüklem | Cümlede hareketi, olayı, işi, yargıyı bildiren, fiil çekimine girmiş kelimenin cümle bilgisindeki adı. Cümlenin bütün ögelerini kendine bağlayan temel öğe durumundaki yüklem, fiil veya ad soylu bir kelime olabilir: Mubarek su, saçlarımın arasından, kulaklarımın arkasından enseme ve oradan sırtıma doğru serin serin akıyordu (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından: Diğer Nesirler: s. 106). Hoca, son senelerde mektep bütçesinden tasarruf yaparak bevvaba yol vermiş olduğu için burası boştu (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s.140).Manevi şeyler kendilerine bir destek olarak maddî bir varlığa ne kadar muhtaç iseler, maddî şeylerin de içinde nefes aldıkları ve yaşadıkları bir manevi tarafa, bir havaya, bir ruha o kadar ihdiyaçları bulunduğunu görüyoruz (A. Ş. Hisar, Çamlıcadaki Eniştemiz, s. 219). İnsan başlı büyükçe bir asma ikide bir ayaklarına takılıyor, onları düşürüyor ve litarnacı kıyafetli adamın gırtlağı ile keskin bir ağız kavgasına girişiyordu (A. H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları: Abdullah Efendinin Rüyaları, s.58). Ben bu yaşayışımdan bedbinleşecek kadar gururlu değilim (T. Buğra, Yalnızlar, s. 123). Kapının tunç tokmağı bu karlı gecenin sesleri sağır eden durgunluğu, dolgunluğu içinde kof bir uğultu çıkardı (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Sarı Bal, s. 55) Ali inliyordu. Ayağa kalkmaya davrandı, fakat düştü (S. Faik, Bütün Eserleri 2. Şahmerdan, Lüzumsuz Adam: Bir Define Arayışı, s.50) vb. |
1134 | yüklem adı | Ad cümlesinde yargıyı bildiren, yani yüklem görevindeki ad soylu kelimelerin cümle bilgisindeki adı: Bu, ne uzun, ne can sıkıcı yoldu (R.H Karay, Memleket Hikâyeleri: Boz Eşek, s. 82). İnsan kalbi, başkalarının duygularına ancak kendi tecrübeleri nisbetinde açıktır (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi: Yılbaşında Düşünceler, s.66). Mümeyyizler, asılacak masumlarının o son anlatılmaz heyecanlarını asla duymayan besut, kayıtsız cellatlar gibidir (Ö. Seyfettin, Harem: Gürültü, s. 231). Her zaman gönüllerin güzel sanatlara medeni bir ihtiyaçları vardır (A. Ş. Hisar, Boğaziçi Mehtapları, s.40). Evet, Savcı yardımcısı benim (T.Buğra, Dönemeçte, s.20). Dedeyi bugün bizim için, o kadar derin değişiklikler arasından bir nevi çağdaş yapan şey de, onda hayatın bu trajik duygusunun mevlevî tevekkülü ile beraber yürümesidir (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi: İsmail Dede, s. 352) vb. |
1135 | yükleme durumu | Geçişli fiil taşıyan bir cümlede fiilin doğrudan doğruya etkilediği yani fiildeki işlevin etki bakımından üzerine yüklendiği adın içinde bulunduğu durum. Türkçede bu durum ya eksiz yahut da yalın veya iyelik ekleriyle genişletilmiş adlardan sonra gelen +(y)I/+(y)U eki ile karşılanır: iş bulmak, görüş bildirmek, yol sormak, ağaçlar+ı budamak, yaka+yı kurtarmak, okul+u bitirmek, istedik+im+i getirdi yazdıklarınız+ı okudum, görünüş+ü koruyunuz gibi. Ancak, bu ek üçüncü şahıs teklik ve çokluk iyelik eklerinden sonra araya bir zamir nsi alarak +nI/+nU biçimine girer Arkadaşımın yeni ev+i+ni gezdim. Artık yuva+sı+nı kurmaya çalışıyor bildik+leri+ni anlattı, yorulduğ+u+nu görmedim vb. |
1136 | yükleme grubu | Yükleme durumu eki almış bir ad ögesinin başka bir ad ögesi ile oluşturduğu ad ve sıfat görevindeki söz grubu: || Başkanlarını görmek için gelmişler (ad). Evini satmak istemiyor (ad). Çarşıda pazarda gördüğüm insanları tasvir kolay mı? || Marmaradan gelen yolcuyu ta uzaktan anlayan beyaz kubbeler ve minareler (A. H. Tanpınar, Beş Şehir, s. 161) vb. || Yukarıdaki son örnekte görüldüğü gibi grubu oluşturan ögelerden biri kendi içinde ayrıca grup oluşturabilir. |
1137 | yükselen ikiz ünlü | Birinci ögelerinde ikincilere bakarak daha dar ve süreksiz ünlü bulunan ikiz ünlü türü: ie, ia, io, üo, uo gibi. Karşıtı alçalan ikiz ünlüdür. bk. ikiz ünlü. |
1138 | yükselen ton | Konuşma sırasında cümlenin yapısına veya duygu ve düşünceye bağlı olarak seslerin titreşimindeki yükselme dolayısıyla hecenin tiz söylenişi: || - Sen? (Sen mi?) - Ha? (Efendim, ne dedin?) vb. || Karşıtı alçalan tondur bk. ton ve tonlama |
1139 | zaman | Çekimli fiilin karşıladığı kılış veya oluşun içinde geçtiği zaman dilimi: Şimdiki zaman, geçmiş zaman, gelecek zaman, geniş zaman vb. Fiildeki zaman basit zaman ve birleşik zaman olarak ikiye ayrılır: yazıyor, yazdı, yazacak, yazmış, yazdıydı, yazıyormuş, yazsa, yazmalı, evdeydi vb. || Sen söyle Allahını seversen, dedi, bir çocuk ötekine maymun Türk mü demiş ne.. O da ona taş atmış. Sen tafsilâtını daha iyi bilirsin. İnzibat meclisleri toplanacakmış. Gençlerimiz burada hitabeler irade ediyorlar. Taş atan çocuğun kovulmasına rey verenler(...) Nasıl dedi bakayım? Eşekmişler amma Türk de değilmişler onu konuşuyorduk (P. Safa, Biz insanlar, s. 48) vb. Ayrıntı için bk. basit zaman, birleşik zaman. |
1140 | zaman eki | gül-ecek (gelecek zaman) anla-mış (duyulan geçmiş zaman) bil-iyor (şimdiki zaman) bil-ir (geniş zaman) vb.bÇekimli fiillerde zaman kavramını veren ve fiil tabanına gelen birinci ek: || - DI, -AcAK, -mlş, -Iyor, -r, -Ir. || yaz-dı (görülen geçmiş zaman) |